80'lerde şöyleydi, böyleydi hayıflanmalarından pek de hazetmiyorum ancak o zamandan hatırımda kalan bazı şeyler çok şey hatırlattığı için hala seviyorum.
Fakat sorun şu ki... Artık bulamıyorum. Misal, o zamanların sokak poğaçacıları...
Hala tek tük olanlar var. Camlı el arabaları ile devam ediyorlar. Fakat poğaçalar o arabaların poğaçaları değil. Dükkanlarda da satıyorlar onlardan. Diğerinden lazım bana.
Çocukken o yıllarda, annem ve babamın gezmeye olan merakları, sosyal yaşam heyecanları, dostluk ve arkadaşlıkları, çocuklu dahi olsan, gençliğin o dönemlerini ne kadar dolu ve keyifli geçirilebileceğine güzel bir örnekti.
İşte o dönemlerde, hafta sonları ikinci evimdi anneannemler. Cuma akşamından bırakırlardı. Pazar günü almaya gelirlerdi bizi. Dayım ve teyzem de onlarla beraber yaşardı. Kardeşimle bıraktıklarında bizi, ya dayım ya da rahmetli dedem, artık hangisi önce gelmişse, alır bizi hemen bir bakkala veya kuruyemişçiye götürürdü. Sonra seç derdi, dükkan senin tadında. Mesela en büyük zenginlik oydu o zamanlar benim için. Düşünsene rengarenk ambalajlarıyla, çikolatalar, şekerler her şey "beni al, beni al" diye sesleniyorlardı sanki. Gökyüzündeki yıldızlara bakınca da kuruyemişçiler gelir aklıma. Işıl ışıldır. Gel gelelim, seçemezdim. Çok şeyden bir şey seçmek zordu o zamanlar da. Yine o zamanlar öğrenmeye başlamıştım, azı çoktan seçmeyi. Hala öğrenmeye çalışıyorum. Zor iş. Henüz beceremedim. Fakat iyi hatırlıyorum; mutlaka bir bonibon alırdım. Bir çikolata, bir de gofret seçerdim. Nedense hep üç parça hatırlıyorum. Al derlerdiler, yeter derdim.Sonuçta yemeye başlarken de seçmek diye bir şey var. Mümkün olduğu kadar az karışmalı kafa.
Neyse o kuruyemişçi ritüeli bitince, evin diğer eksiklerinin de alışverişi yapıldıktan sonra eve giderdik,
Rahmetli anneanem güzel yemek yapardı. Damadı babam hiç çekinmezdi söylemekten. Çok severdim aralarındaki samimiyeti. Anam ne düşünürdü o zamanlar bilmiyorum ancak bugün dahi söyler, "annemin yemeklerini çok severdi" diye. İşte o güzel yemek yapan kadının en çok köftesini severdim. Mutlaka olurdu köftesi onun. Bilirdim ki köfte yiycem. Huzurlu bir duyguydu. Sürpriz yok. Mutluluk var. Acaba, yok, eksiklik duygusu yok. Bir tek kokusundan bile bin şükür duası çıkardı.
Sonra sabah olurdu, duvardaki sarkaçlı saatin tik takları arasında. Onların zamanını geçirdi o saat. En kıymetli mirastır onlardan kalan. Evimizin duvarında çalışıyor hala. Geçen zaman durmuyor. Gidenler bilir bunu en iyi. Arkada kalanlar ise hatırlar.
Yanılmıyorsam 8:00 civarları sokağa giriş yapardı hep, "Poooiiçaaaa... Poiçaaaciaaaa" diye. Lastik tekerleklerinden çıtı çıkmazdı arabasının. Kendi bağırmasa bilemezsin geldiğini. Yine de sabahın o erken saatinde hiç rahatsız etmezdi poğaçacı amcanın sesi.
Anneannem çok tasvip etmezdi poğaça yememizi. Normal kahvaltı en güzelidir derdi. Bugün bile öncelikli tercihim o'dur. Alışmışız bir kere. Hatta anneannemin bir mama formülü vardı. Bügün bile tadı ve tarifi hatırımda. Bebeklikten miras o tad. Basit ama etkileyiciydi.Kırmızı fincanları vardı. Üzerlerinde yeşil yonca yapraklı resimler vardı. Yarısına kadar çay koyardı. Ilık. Paşa çayı kıvamında. Biraz cici bebe atardı, biraz ekmek içi, beyaz peynir, reçel. Sonra da biraz süt katardı. Ben öyle bir tad bilmiyorum vallahi. Nefis bir şey. İşte böyle bir tad varken, insan evladıyız sonuçta, canımız poğaça da çekerdi. Ama söylemezdik. Zira bilirdik ki, onlar uygun görürlerse alırlardı. Biz uyurken, daha doğrusu uyuma numarası yaparken, pencereyi açar, yarı kısık sesle poğaça alırlardı. Sürpriz olsun diye. Ben de çaktırmazdım, uyanınca sürpriz hikayesinin tadını bozmamak için.
İşte o poğaçalar başka türlüydü. Börek gibiydi ama değildi. Üstü börek gibi dökülür, içi hafif hamurumsu. Tatlı değil, ama tuzlu diyebileceğin gibi de değil. Tarifi zor. Tek zaafı çok yağlı olmasıydı.
İşte o poğaçayı arıyorum. Maalesef ki bulamıyorum. Börekçi dükkanları da satmıyor artık sanırım.
Aslında çok maceraya gerek yok. Belki de bıraktığım yerdeler.
Bir hafta sonu sabahı Fatih'teki o sokağa gidip beklemeye başlasam yine görünecek köşeden o poğaçacı belki de. Belki oğlu, belki torunu... Sonuçta ben aynı ben, poğaçacı hep poğaçacı. Değişmez bazı şeyler.
Fakat sorun şu ki; gidemiyorum.
O sokakta çok şey var. Fakat ne anneanem, ne de dedem var. Onları hatırlamak güzel fakat özlemek zor.
Bekliyorsun ki, bodrum katındaki evin penceresi açılsın. o iki güzel insan kafayı uzatıp, "kaç tane yersin oğlum"diye sorsun.
Halbuki poğaça özlemiştim ben. O kadar...
Neredesin ki poğaçacı amca?